20 Haziran 2013 Perşembe

On dokuzundayken hayat toz pembe

On dokuzundayken hayat toz pembe geliyor insana, sevmek sevilmek ve her şeye bir anda inanmak gibi. Evet sevdim. Konya doğduğum büyüdüğüm ve hayata atıldığım yer. İlk onu evden markete ekmek almaya çıktığımda, yolunu kaybetmiş bana adres sorarken tanıdım. Adı metindi, öyle güzel konuşuyordu ki insanın etkilenmemesi için taş olması gerekiyordu. Sorduğu adres arkadaşım Ayşe’nindi. Ağabeyinin arkadaşıymış. Eve gidene kadar konuştuk, kanım kaynamıştı. Kendimi özel hissettirmişti. Eve döndüm, aklımda hep o vardı. Alel acele kahvaltı yaptım, Ayşegile gittim. O yoktu, gözlerim onu aradı. Anlayamadığım insan ilk gördüğü birine bu kadar kapılabilirimiydi. Olmuştu işte, dayanamadım arkadaşıma onun kim olduğunu sordum. Ondan uzak durmamı söyledi, sana göre değil arkadaşım dedi. Hayal kırıklığına uğramıştım, sonraları yine karşılaştık. Dünya güzeli; seni bir gördüm kayboldun, melek’misin, hurimi? Kalbim yerinden fırlayacak, göğsümden çıkacaktı sanki. Konuşurken dilim tutukluk yapıyordu. Aşık buydu sanırım. Öyle kapılmıştım ki; kendimi kaybetmiştim, yalanlarını göremiyordum. Altı ay gezdik, her şeyimizi paylaştık. Gerçekte ben paylaşıyormuşum, yalanlarla beni etkiliyormuş. Bir ay görüşemeyeceğiz, yurt dışına çıkacağım, gelince evleniriz dedi. Ayrılığa üzülmüştüm, seni bekleyeceğim dedim. Hasret günlerinin yaklaşmıştı, kafeteryada oturuyorduk, telefonu çaldığında, lavobadaydı. Telefonunu açtım. Ece adında biri; Nişanlım nerde, sen kimsin deyince bütün dünyam yıkıldı. Geldiğinde neler olduğunu sordum, kendisine ait bir iki şeyi masadan topladıktan kelli, sessizce ortamdan ayrıldı. Arkasından baka kalmıştım. Her gün ağlıyordum, arayıp ağzıma geleni söyledim. Son sözü hala kulağımda, “Ben aslında sana iyilik yaptım, bundan sonra her önüne gelene güvenme”. İçinde bulunduğum ruh hali çıkmazlar ile doluydu. Anneciğim kendince tedbir düşünmüş, taşınma kararı almıştı. Kızımızın okuması, geleceğini kurması için ortam değişikliğine ihtiyaç var fikrine ikna olan babam nakliyat kamyonu tutmuştu. Ertesi gün topladık, sabah 08:00 da taşıma kamyonu kapıya geldi. Dört elemanı vardı, işe koyuldular. Mobilyaları söktüler, paket haline getirdiler, patpat naylon, sitreç, battaniye, bant ne ararsan vardı. Karınca gibi çalışıyorlardı, hayatı bir yerinden yakalamışlardı. Anladım ki üzüldüğüm şey saçma, herkes ekmeğinin peşinde, işleri ne kadar zor olsa da özenle ve bilinçli yapıyorlardı. Hamallardı, şerefle, emekle para kazanıyorlardı. Çocukluk anılarımın, sevinç ve üzüntülerimin şahidi, boş odalardan ibaretti artık. Dış kapı kilitlendikten sonra yola çıktık. Altıncı katta, bana tahsis edilen, geniş caddeye bakan odamın penceresinden dışarıya bakıyordum. Üzerinde itfaiye araçlarındakine benzer merdivenleri olan, insanın gözüne sokmak istercesine büyük kırmızı harflerle yazılmış, Konya evden eve nakliyat yazısını bulunan bir araç geldi. Mutfak balkonuna kadar açılan merdivende hareket eden asansör çalışmaya başladı. Taşımacılık firması çalışanları işlerini bitirip gittiğinde, yeni evimizdeki hayatımda başlamıştı. O gün için günlüğüme düştüğüm not; Ey günlük, emin ol hayatımın bundan sonra ki evresinde beni üzen birilerini seninle paylaşmak zorunda kaldığım sayfalarım olmayacak. (Serap AKIN)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder